Cinsel Devrim Olmadan Hiçbirşey Olmaz (Füsun DEmirel Söyleşi)


Toplumsal ve politik işleriyle hafızamızın kıymetli bir köşesinde oturan oyuncu ve çevirmen Füsun Demirel, 22 sene ara verdiği tiyatroya, aile kurumunu tartışan 'Evim! Güzel Evim!' ile döndü. Muzip yüz ifadeleriyle birlikte, şimdi her hafta sahnede. İlk oyunun ardından buluştuk.
Haber: BAHAR ÇUHADAR / Arşivi(radikal gazetesi alıntı)






En son ne zaman tiyatro yaptınız?
1990’da, Dostlar Tiyatro’sunda. Genco Erkal’la bir sezon ‘Üzbik Baba’yı oynadık.


Sonra niye o kadar uzun bir ara verdiniz?
Sinemada en parlak yıllarımdı, tiyatroya bir süre ara vereyim diye başladı işte bu kadar uzun sürdü.

Oyunun yazarı ve yönetmeni Ebru Nihan Celkan nasıl girdi devreye?
Ebru “Böyle bir oyun yazdım, sizinle çalışmak isterim” diyerek metni yolladı. Hiç aklımda yoktu. ‘Yalan Dünya ’ çok çok zamanımı alıyor. Bir de yüklü bir ev hayatım var, çocuklar nedeniyle. Hangi şuurla “Evet” dedim bilmiyorum! (gülüyor). Ama bu projeye “Hayır” demek bir sürü şeyi iteklemek olur gibi geldi. Oyunda kadın meselesi, aile tartışması var; bunların dışında olmak etik gelmiyordu.

Oyunun aileyi tartışmaya açması mı etkili oldu kabul etmenizde?
Tamamiyle. Ebru toplumsal duyarlılığı olan bir yazar. Bu da çok politik bir oyun. Oynadığım sinema filmlerinde çoğunlukla alt kültürden gelen kadınları oynadım. Oralarda da şiddeti işledik ama ilk kez bir orta üst gelir grubu; kültürlü, üniversite mezunu, varlıklı bir ailenin içinde neler olduğunu açıyoruz.

Özlemiş misiniz sahnede olmayı?
İnanılmaz özlemişim.

Melek, ekonomik özgürlüğü ve ona destek olan iki yetişkin kızı olduğu halde o evden bir türlü çıkamıyor. Neden?
Aile çok ikiyüzlü bir kurum. Aile kimdir, kimden oluşur? Nasıl aile olunur? Oyun bütün bunları düşündürüyor. Oyundaki kadın âşık olup evlilik yaptığı adamdan 30 sene şiddet görmüş. O evden çıkabilir, konfor anlamında o hayata çok yakın bir hayatı da kurabilir. Peki neden o evde esir? Bunları sorduruyoruz. Finalde ikilemde bırakıyoruz. Çünkü bu kadınların binbir türlü de finali var.
Melek’e çok benzeyen bir kadınla sohbet ettiğimde; şiddetin en ağır halini yaşadıktan sonra bile en süslü püslü halini aldığını, makyajını, saçını yaptığını, takılarını taktığını, yüzü gözü morarsa da evde o bakımlı halde olduğunu söyledi. “Bunu hangi duyguyla yapıyorsun?” dediğimde, birincisi dışarıya karşı örtbas etme hikâyesi çıkıyor. İkincisi de psikolojik olarak bir özsavunma biçimi. Melek’e eleştirel yaklaşımlarım da oluyor. Bu kadar inatla bu ilişkiyi kurtarmayı umut etmesi mi gerekiyordu? Kol kırılır yen içinde kalır... Kollar bacaklar kırılıyor da ne kalıyor! Kadınların yüzleri parçalanıyor, öldürülüyorlar, sakat kalıyorlar. Ve karşısına çıkan: Aile! En başından aileyi tartışmak gerekiyor.

Bir yandan da siyasetinin önemli bir kısmını aileyi korumak üzerine kuran, kadını ailenin içinde konumlandıran bir iktidar tarafından yönetiliyoruz.
Bu muhafazakâr gelenekçi AKP iktidarının ideolojisi, din kaynaklı da. Bana göre din felsefesi kadına kötülük yapan bir felsefe. AKP modern görünmeye çalışsa da hepsi sahte bana göre. Temel düşünceleri “Kadının görevi annelik ve adama çocuk doğurmaktır, esas yeri evdir” şeklinde. Kadın ne kadar sıkıştırılıyor; kürtajına, kaç tane doğuracağına, nasıl doğuracağına karar veriyor…

Aileyi yeniden tanımlamak lazım dediniz, aileye nasıl bir müdahalede bulunmak gerekir?
Modern toplumda aile bambaşka bir şey. Çekirdek aile anne-baba-çocuktan ibaret değil. Anneyle çocuk ya da babayla çocuk da aile olabiliyor ya da onların yanında bir başka X kişi... Bir sürü yeni aile modeli var.
Bunu çocuklarımın okulunda da tartıştım. Biz babadan ayrı olduğumuz için... “Evde babanın yanında mı oturursun?” gibi bir soru sormuşlardı. Çocuk bocalamış. Kitaplarda böyle bir öğreti var ama artık onların dışında başka bir örneği gösterebilmeliyiz. ‘Aile bireyleri’ diye tanımlayıp, onun adını koymasanız daha iyi olur, dedim. O bireyin kim olduğunu çocuk zaten biliyor; teyzesi, amcası, X kişi… Sen bir isim koyarsan, onların eksikliğinde çocuk yara alıyor. Çözüm topyekûn bir kültürel harekette. O kadınların öyle eğitilmesi gerekiyor ki o anneler çocuklarını öyle yetiştirecek. Ki o erkek çocukları sevgililerine, eşlerine eşit davranacak.

Altı yaşlarında bir kızınız ve bir oğlunuz var. Böyle bir toplumsal ortamda insanın kendi dünya görüşüne göre çocuk yetiştirmesi zor mudur?
Çok zor. Bazen toplumun içinde izole bir ada gibi hissediyorum, ailemizi. Farklı bir model oluşturma çabasındayım. Çok demokrat bir yapımız var. Allah’tan ki bir kız, bir oğlan. Onları kendi felsefeme göre, eşit şekilde yetiştirmek istiyorum. Kendi çekirdeğimin içinde dış dünyaya karşı bir boğuşma içindeyim.

Kariyerinizin nasıl bir dönemindesiniz?
‘Yalan Dünya’ televizyon projelerim açısından çok iyi bir şans oldu. 2014’te tiyatroya yeniden dönmek de bir mucize. Oyunculuk kariyerim açısından galiba yeniden cesaretlendim. Tepkiler çok hoş. Oyun da gittikçe pişecektir. Ekiple duygu olarak aile oldum bile. Prova sürecimizde Ayşe Gül Altınay’ın da ciddi bir katkısı oldu; Türkiye’de kadınlar üzerinde çok ciddi araştırmaları olan çok değerli genç akademisyenlerimizden birisi.
Birkaç sezondur dikkat çeken bir durum var: Sizin gibi çok sayıda deneyimli isim, tiyatroda genç yazar ve yönetmenlere teslim ediyor kendini.
Meslek yaşamım boyu gençlere hep destek oldum. Bir zamanlar Çağan Irmak’lar, Özer Kızıltan’lar, Serdar Akar’lar öğrenciyken o kuşaklara destek olurduk. Hep onlara kendimizi teslim ettik, projelerine inandık. Ben de 20’li yaşlarda genceciktim. Yeteneğimi Atıf Yılmaz gördü. Ve bana ‘Bir Yudum Sevgi’ ile sinemanın kapılarını açtı. Bu ışığı gördüğüm gence ben neden elimi uzatmayım?

Peki çevirilerini yaptığınız Dario Fo&Franca Rame oyunları?
Onlar benim içime işlemiş.

Var mı sahnelemeye niyetlendiğiniz bir oyunları?
Dario Fo, Franca Rame ve oğulları Jacopo Fo’nun yazdığı ‘Seks? Eh, hayır Demem’. Franca’nın hikâyesi aslında. Tek kişilik bir oyun. Cinsellik tarihi gibi bir şey. Cinsel devrim olmadan da hiçbir şey olmaz memlekette. Onun için Fo ve Rame meslek hayatlarının bir noktasında da “Haydi bir de cinselliği anlatalım” demişler. Ben de “Türkiye’de Füsun kendi cinsellik sürecini nasıl anlatır?” diye düşündüm. Ebru’yla paylaştım, “Seve seve el veririm yazar olarak” dedi. Bakarsın bundan sonra bir sürpriz yaparız.
Siz daha önce hiç Dario Fo oyunu oynamadınız mı değil mi?
Hayır ama oynarsam yer yerinden oynar! (gülüyor). O ‘Yalnız Kadın’, ‘Şişman Kadın’, ‘Medea’ hepsi ayrı ayrı başyapıt ama benim şu takıntım var: Türkiye toplumunda, hele bu gerici iktidarlarla birlikte cinsellik kavramı o kadar geriye itildi ki... Kızlı-erkekli yurtlarda kalınamaz tartışmasının yapılması... “Bankta kızla oğlan yan yana oturabilir, bir şey demeyiz. Gönlümüz istemez, yine de oturuyorlarsa ses çıkarmayız” diyen bir başbakan... 11 senedir bu ideoloji ile genç bir kuşak yetişiyor. Bu gençlerin cinselliğe, kadına, erkeğe bakışı konusunda aciliyeti olan bir mesele var. Cinsellik konusu Türkiye toplumunda aciliyeti olan konulardan. İnsanlara anlatalım; bu korkulacak bir şey değildir, en doğal şeydir.
‘Yalan Dünya’nın Servet’iyle nasıl aranız?
Gelenekçi bir aileler, doğudan gelip inşaat sektörüyle zengin olmuşlar. Servet’i çok sevimli, çok tatlı bir kadın olarak buluyorum yorumladığında. Ama Servet ya da Gülistan gibi bir komşum olsun istemezdim. Sana yaklaştığında “Acaba Bahar’ın maddi durumu nasıldır, kaç altını vardır?” diye bakan insanlar...
Siz siyasiler uykularınız bölünsün geceleri!

Siyasetin tepesinde bir savaş dönüyor. Siz nasıl hissediyorsunuz?
Bu kirliliğin ortaya çıkmasından çok memnun. Benim gibi muhalif olan çok kişi de çok mutlu. Bunu biz ortaya çıkaramadık tabii, onlar kendi kendilerini yemekle meşguller. Sakin bir şekilde izliyoruz. Çok belli bir şey var ki kendi kuyularını kazıyorlar. Çok büyük bir ekonomik bir kriz bekliyor bizleri. Ekonomistlerin söylediği; Anadolu’daki küçük esnaf kepengini indirdiği zaman, AKP oyunu kaybedecek. İnsanların sofrasından ekmek eksildiğinde oyunu kaybedecek.
Bu kadar açgözlü olduklarını biliyor muyduk? Benim için sürpriz olmadı. Bir an önce batacaksak batalım, aklanmış olarak çıkalım. Ama muhalefeti yetersiz buluyorum. Bana çok büyük moral, Gezi’dir.
Nasıl okuyorsunuz Gezi’yi?
Biz 70’lerde politize olmuş gençlerdik. Hepimizin bağlı olduğu bir örgüt vardı. Gezi ise politika yapmaktan nefret eden gençliğin çevre duyarlılığıyla, “Özgürlüklerimize, en insani haklarımıza bu kadar karışamazsın” duygusuyla başlattığı bir şey. “Bunu yaşadıktan sonra ölebilirim” dedim. O yüzden şimdi yeniden umutlandım.
Bir fotoğraf vardı; Atatürk Heykeli’nin önünde bir kız, bir oğlan öpüşüyorlar dudak dudağa. Zafer işareti yapmışlar. Dedim ki evet, siz siyasiler uykularınız bölünsün geceleri! Bu kuşak bütün o gazlarınıza, sularınıza, plastik mermilerinize, işkencelerinize karşı sevişerek, öpüşerek, el ele siper oluşturarak mücadele etmeyi seçti.
Yazarlar ön görüşlüdür, Dario Fo da öyle. Onun bir sözünü unutamam: Dans ederek hayatı değiştirmek ne güzel olur, dans ederek devrim yapmak ne güzel olur. Gezi’yle gençlerimiz bu devrimi yapacak. Bu kadar da ütopik, hayalperest ama umut doluyum.
Evim! Güzel Evim!
Ebru Nihan Celkan’ın yazıp yönettiği ‘Evim! Güzel Evim’ adlı oyun; Füsun Demirel’in canlandırdığı ‘Melek’, kızları ‘Umut’ (Burcu Çelik), ‘Yasemin’ (Özge Ertem) ve ailenin babası (Fatih Özkan) aracılığıyla, sıradan bir ailenin, sıradan birkaç gününe konuk ediyor seyirciyi. Aile içi şiddete, orta üst sınıfa mensup, eğitimli, varlıklı ve kültürlü bir aile üzerinden bakan, aile kavramını tartışmayı öneren oyun cuma ve cumartesi akşamları Beyoğlu, Aznavur Pasajı’ndaki ‘Sekizincikat’ta. Şubat itibariyle SalonİKSV’de...

Popüler Yayınlar