TÜM YAŞANMIŞLIKLARIYLA BİRBİRİNDEN İLGİNÇ HİKAYELERİ OLAN EFSANE 20 ŞARKI


Tabi ki çoğu şarkının bir hikayesi ve bir çıkış noktası vardır. Bazıları bilinmez, bazıları sanatçılar tarafından açıklanır, bazıları ise adeta bir şehir efsanesi tadında dilden dile dolaşır. Bazıları komiktir, bazıları hüzünlendirici… Çoğu hikayenin kesinliği ile ilgili bir garanti sunamayız bu yüzden.  Dilden dile dolaşan ve internette sağda solda bulunan, güzel olan bazı hikayeleri şarkılarıyla ve sözleriyle birlikte derledim. Buyurun efendim.

1. Damien Rice - Cheers Darlin'

Damien abimiz sürekli takıldığı barda bir kadınla çarpışır, bu sefer elindeki kitapları düşürme durumu yok, sadece özür dilemek babında bir içki ısmarlamak ister. Birer kadeh şarap içerler. İlk kadehler bittiğinde kadın kalkmak ile kalkmamak arasındayken Damien bir kadeh daha ısmarlamak ister, kadın kem küm içinde kabul eder, derken muhabbet ilerlemeye başlar ve birer kadeh daha içilir. O sırada Damien abimiz gizliden gizliye saati kontrol ediyor ve eğer 15 dakika içinde kalkarsa son otobüsü yakalayabileceğini biliyor. Fakat muhabbet arasında aynı yerde, en azından aynı otobüsle gidilecek yerde oturduklarını öğrenmiştir kadının. Fırsat bu fırsat, bir kadeh daha içersek otobüsü ikimiz de kaçırırız, eve kadar beraber yürürüz düşüncesi içine girer ve saatten bahsetmez kadına. Birer kadeh daha içilir, Damien’ın sigarası da bitmiştir lakin kadından otlanıyordur. Otobüs saati geçtiğinde Damien saate bakar “aaa tüh otobüs de kaçtı ne yapacağız” der. Ve kadın der ki “sorun değil, erkek arkadaşım gelip alacak beni” işte o an Damien yıkılır ama çaktırmaz “ha tamam o zaman ya” deyip tuvalete gider. Geldiğinde ise kadın masaya üç tane sigara bırakıp gitmiştir. Damien ise hemen eline aldığı peçeteye bu şarkıyı yazar.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Cheers darlin
(Şerefe sevgilim)
Here's to you and your lover boy
(İşte buradasın sen ve senin aşık erkeğin)
Cheers darlin
(Şerefe sevgilim)
I got years to wait around for you
(Senin için beklediğim yıllar var)
Cheers darlin
(Şerefe sevgilim)
I've got your wedding bells in my ear
(Kulağımda nikahının çanları var)
Cheers darlin
(Şerefe sevgilim)
You give me three cigarettes to smoke my tears away
(Dumanı gözyaşlarımı götürsün diye bana üç sigara
verirsin)
And I die when you mention his name
(Ve ben sen onun adını söylediğin zaman ölürüm )
And I lied I should have kissed you
(Ve ben seni öpmem gerek dediğimde yalan söyledim)
When we were running the reins
(Dizginleri koşuyorduk)
What am I darlin'?
(Ben neyim sevgilim?)
A whisper in your ear?
(Kulağındaki bir fısıltı mı?)
A piece of your cake?
(Bir parça kekin mi?)
What am I darlin'?
(Ben neyim sevgilim?)
The boy you can fear?
(Korktuğun erkek mi?)
Or your biggest mistake?
(Ya da en büyük hatan?)

2. The Cranberries - Zombie

Kuzey İrlanda'da '' Troubles'' diye adlandırılan dönemde,İngiltere'nin Warrington kentinde IRA tarafından düzenlenen bir saldırı sonucu iki çocuğun hayatını kaybetmesi üzerine The Cranberries bu şarkıyı yazmıştır. Şarkının genel havasını kokladığımızda savaşın çocuklar ve anneler üzerindeki ağır psikolojik etkilerinden bahsettiğini kolaylıkla anlayabiliriz. Şarkının gerek klibi gerekse sözleri itibari ile son derece etkileyici ve sarsıcı bir özelliği vardır. Videoyu izlediğiniz zaman siyah beyaz tema üzerine çekilen klibin, savaşın ve kanın asla insan doğasına uygun olmadığını net bir şekilde ifade ettiğini görebilirsiniz.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Another head hangs lowly
(Bir diğer kafa daha alçakça asılıyor)
Child is slowly taken
(Çocuk yavaşça alınıyor)
And the violence caused such silence
(Ve şiddet böylesine büyük bir sessizliğe sebep oldu)
Who are we mistaken?
(Kimde yanıldık?)
But you see, it's not me, it's not my family
(Fakat görüyorsun ki bu ben değilim, ailem değil)
In your head, in your head they are fighting
(Kafanın içinde, tam kafanın içinde savaşmaktalar)
With their tanks and their bombs
(Tankları ve bombalarıyla)
And their bombs and their guns
(Bombaları ve silahlarıyla)
In your head, in your head, they are crying
(Kafanın içinde, tam kafanın içinde ağlıyorlar)
In your head, in your head
(Kafanın içinde, tam kafanın içinde)
Zombie, zombie, zombie
(Zombi, zombi, zombi)
Hey, hey, hey, what's in your head
(Hey, hey, hey, kafanın içinde ne var)
In your head
(Kafanın içinde)
Zombie, zombie, zombie?
(Zombi, zombi, zombi?)
Another mother's breaking
(Bir anne daha paramparça oluyor)
Heart is taking over
(Yürek, kontrolü ele geçiriyor)
When the violence causes silence
(Şiddet sessizliği doğurduğunda)
We must be mistaken
(Bir yerlerde hata yapmış olmalıyız)
It's the same old theme since nineteen-sixteen
(1916'dan beri aynı eski hikaye)
In your head, in your head they're still fighting
(Kafanın içinde, kafanın içinde hala savaşıyorlar)
With their tanks and their bombs
(Tankları ve bombalarıyla)
And their bombs and their guns
(Bombları ve silahlarıyla)
In your head, in your head, they are dying
(Kafanın içinde, tam kafanın içinde can veriyorlar)
In your head, in your head
(Kafanın içinde, tam kafanın içinde)
Zombie, zombie, zombie
(Zombi, zombi, zombi)
Hey, hey, hey, what's in your head
(Hey, hey, hey, kafanın içinde ne var)
In your head
(Kafanın içinde)
Zombie, zombie, zombie?
(Zombi, zombi, zombi?)

3. Soul Asylum - Runaway Train

Kayıp insanların resimleriyle yapılan şarkı öncesinde enstrümantal olarak yayınlanıp bazı çocuklar ve ailelerine armağan edilmiş daha sonra sözler eklenip hem albüm hem de halka mesaj vermek için kullanılmış, "Eğer bu çocuklardan birini görürseniz ya da siz resimdekilerden biriyseniz lütfen bu numarayı arayın" diye eklenmiş. Amerika’nın dışında da kayıp insanların resimleri değiştirilerek bir çok ülkede kullanılmış.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Call you up in the middle of the night
(Gecenin bir yarısı seni arar bulurum)
Like a firefly without a light
(Işığı olmayan bir pervane gibi)
You were there like a blowtorch burning
(Yanan bir meşale misali ordaydın)
I was a key that could use a little turning
(Küçük bir deliği bile kullanacak anahtardım ben)
So tired that I couldn't even sleep
(Uyuyamayacak kadar yorgundum)
So many secrets I couldn't keep
(Saklayamayacağım kadar çok sır doluydum)
Promised myself I wouldn't weep
(Ağlamayacağım diye kendime söz vermiştim)
One more promise I couldn't keep
(Tutamayacağım bir söz daha edinmiştim)
It seems no one can help me now
(Bana artık kimse yardım edemez)
I'm in too deep there's no way out
(Çok derindeyim çıkış yolum yok sanki)
This time I have really led myself astray
(Bu kez kendi yolumdan gerçekten saptım)
Runaway train never going back
(Kaçış treni bir daha geri dönmeyen)
Wrong way on a one way track
(Tek yönlü yolda yanlış yolu seçen)
Seems like I should be getting somewhere
(Bir yerlere ulaşmam gerekiyor ama)
Somehow I'm neither here nor there
(Nasılsa ne oradayım ne de burada)
Can you help me remember how to smile
(Gülümsemeyi hatırlamama yardım eder misin?)
Make it somehow all seem worthwhile
(Her şey hala değecek gibiyken gösterir misin?)
How on earth did I get so jaded
(Nasıl bu kadar işe yaramaz hale geldim)
Life's mystery seems so faded
(Yaşam solduran bir gizem sanki)
I can go where no one else can go
(Hiç kimsenin gidemeyeceği yere gidebilirim)
I know what no one else knows
(Hiç kimsenin bilmediklerini biliyorum)
Here I am just drownin' in the rain
(Burada yağmurda boğuluyorum)
With a ticket for a runaway train
(Elimde kaçış trenine bir biletle)
Everything is cut and dry
(Her şey keskin ve kuru)
Day and night, earth and sky
(Gün ve gece, dünya ve gökyüzü)
Somehow I just don't believe it
(Yine de hiç inanmıyorum)
Bought a ticket for a runaway train
(Kaçış trenine biletimi aldım bile)
Like a madman laughin' at the rain
(Yağmura kahkahalarla gülen deli biri gibi)
Little out of touch, little insane
(Dokunamayacağın biraz çıldırmış)
Just easier than dealing with the pain
(Acıyla uğraşmaktan az daha kolay geliyor)
Runaway train never comin' back
(Kaçış treni bir daha geri dönmüyor)
Runaway train tearin' up the track
(Kaçış treni yolu bölüp geçiyor)
Runaway train burnin' up my veins
(Kaçış treni damarlarımda yanıyor)
Runaway but it always seems the same
(Kaçış ama her zaman aynı görünüyor.)

4. The Beatles - Hey Jude

Paul Mccartney, anne babası yeni ayrılmış olan Julian Lennon ile bol bol vakit geçirmektedir ve bir gün, küçük çocuk için bir şarkı bestelemeye başlar… Şarkının adı, Hey Jules`dur ilk başta ve daha sonra Jules kısmını, kulağa daha iyi geldiği düşüncesiyle, Hey Jude olarak değiştirir ve ardından, yaptığı yeni besteyi  John Lennon`a sunar. “The movement you need is on your shoulder” dizesini, şarkıya yakışmadığı gerekçesiyle çıkarmak ister ancak Lennon onu engeller. Çünkü şarkının içindeki en anlamlı dize, budur Lennon`a göre. Dizenin, şarkı içinde tek kafiyesiz satır olmasının nedeni de budur...

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Hey, jude, don't make it bad
(Hey Jude daha da kötüleştirme durumu)
Take a sad song and make it better
(Hüzünlü bir şarkı tuttur ve düzeltiver)
Remember to let her into your heart
(Unutma, bırak kalbine girsin)
Then you can start to make it better
(Ki sonra başlayabilirsin düzeltmeye durumu)
Hey, jude, don't be afraid
(Hey Jude çekinme)
You were made to go out and get her
(Senin yazgın bu gidip almak onu)
The minute you let her under your skin
(Teninin içine geçirdiğin an onu)
Then you begin to make it better.
(Başlayabilirsin düzeltmeye durumu)
And any time you feel the pain
(Ve ne zaman acıyı duyarsan)
Hey, jude, refrain
(Hey Jude bırakma kendini)
Don't carry the world upon your shoulders
(Taşıma sırtında dünyayı, sende bilirsin)
Well don't you know that its a fool who plays it cool
(Aptaldır dünyasını daha da soğutarak)
By making his world a little colder
(Umursamazmış gibi davranan)
Hey, jude! don't let her down
(Hey Jude hayal kırıklığına uğratma beni)
You have found her, now go and get her
(İşte buldun şimdi git ve al onu)
Remember, to let her into your heart
(Unutma, bırak kalbine girsin)
Then you can start to make it better
(Ki sonra başlayabilirsin düzeltmeye durumu)
So let it out and let it in
(Öyleyse bırak gitsin, bırak çıksın)
Hey, jude, begin
(Hey Jude başla hadi)
You're waiting for someone to perform with
(Birini bekliyorsun birlikte yapmak için)
And don't you know that it's just you
(Ama bilmiyor musun ki bunu yapacak olan sensin)
You'll do, the movement you need is on your shoulder
(İhtiyacın olan hareke senin omuzlarında)
Hey, jude, don't make it bad
(Hey Jude, daha da kötüleştirme durumu)
Take a sad song and make it better
(Hüzünlü bir şarkı tuttur ve düzeltiver)
Remember to let her into your heart
(Unutma, bırak kalbine girsin)
Then you can start to make it better
(Ki sonra başlayacaksın düzeltmeye durumu)

5. Naughty Boy - La La La

Şarkının hikaye tarafında ise karşımıza kulakları duymayan sağır bir çocuk çıkmaktadır. Klipteki gibi evden kaçar ve bir köpekle dost olmasıyla macerası başlar. Diyar diyar gezerken bir köyde hor görülen ve hırpalanan bir adama denk gelir. Yapılan kötülükler yüzünden çığlık atar ve adamı kurtarır. Bu çığlığın deprem etkisi yapıp fırtına getirdiği yapılan rivayetler arasındadır. Çocuğun çığlık atması ile ilgili yeteneği burada keşfedilir. Ayrıca yaşlı adamın kalbini iyileştirmesi de klipte benzeri bir şekilde gösterilmiştir. Yaşlı adam ve çocuk rastgele yollarına devam ederler. Ardından klipte trafik polisi gibi gösterilen ama aslında cüzzamlı bir adamı temsil eden birine rast gelirler. O da bulunduğu köyde dışlanmaktadır. Bu adam da ekibe katılır ve hep beraber yolculuklarına devam eder. Belli bir süre sonra bir madene gelirler. Çocuğun yeteneği itibari ile kötülüklere son verebileceğini düşünen yaşlı ve cüzzamlı adam onu heykel şeklinde tasvir edilen madendeki şeytanın yanına bırakırlar. Bu noktadan sonra ise kesin bir sonuç yoktur. Yani bir bilinmezlik söz konusudur. Anlatılanlara göre çocuktan bir daha haber alınamaz.
Yukarıda hikaye kısmında anlatılanlar, elbette bir efsanenin ürünü ve tasvir edilmesidir. Her ne olursa olsun insanın aklında kalan, kısa bir süre de olsa düşünmeye sevk eden bir şarkı olması sebebiyle ilgi çekmektedir.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Hush, don't speak
(Sus, konuşma)
When you spit your venom, keep it shut I hate it
(Zehrini kustuğunda, onu tut, bundan nefret ediyorum)
When you hiss and preach about your new messiah
(Yuhladığında ve yeni Mesih'in hakkında öğüt verdiğinde)
'Cause your theories catch fire
(Çünkü teorilerin alevleniyor)
I can't find those silver linings
(Umut ışıklarını bulamıyorum)
I don't mean to judge 
(Yargılamayı amaçlamıyorum )
But when you read your speech, it's tiring
(Fakat konuşmanı/demecini okuduğunda, yorucu oluyor)
Enough is enough
(Bu kadarı fazla)
I'm covering my ears like a kid
(Bir çocuk gibi kulaklarımı tıkıyorum)
When your words mean nothing, I go la la la
(Kelimelerin anlamsızlaştığında, la la la diyorum)
I'm turning off the volume when you speak
(Konuştuğunda sesi kapatıyorum)
Cause if my heart can't stop it, I find a way to block it
(Çünkü kalbim onu durduramıyorsa, onu engellemenin bir
yolunu bulurum)
I go
(Derim ki)
La la, la la la...
La la, la la la...
I find a way to block it 
(Onu engellemenin bir yolunu bulurum)
I go
(Derim ki)
La la, la la la...
La la, la la la...
If our love is running out of time
(Eğer aşkımızın zamanı tükeniyorsa)
I won't count the hours, rather be a coward
(Saatleri saymayacağım, en iyisi korkak olmak)
When our words collide  
(Dünyalarımız çarpıştığında)
I'm gonna drown you out before I lose my mind
(Aklımı kaybetmeden önce seni boğacağım)
I can't find those silver linings
(Umut ışıklarını bulamıyorum)
I don't mean to judge 
(Yargılamayı amaçlamıyorum)
But when you read your speech, it's tiring
(Fakat konuşmanı/demecini okuduğunda, yorucu oluyor)
Enough is enough
(Bu kadarı fazla)
I'm covering my ears like a kid
(Bir çocuk gibi kulaklarımı tıkıyorum)
When your words mean nothing, I go la la la
(Kelimelerin anlamsızlaştığında, la la la diyorum)
I'm turning off the volume when you speak
(Konuştuğunda sesi kapatıyorum)
Cause if my heart can't stop it, I find a way to block it
(Çünkü kalbim onu durduramıyorsa, onu engellemenin bir
yolunu bulurum)

6. Metallica - One

Johnny Got His Gun (Türkçe: Johnny Silahını Kaptı), 1971 yapımı savaş karşıtı Amerikan dram filmi. Aynı isimli Johnny Silahını Kaptı romanından ekranlara uyarlanmıştır. Senaristliği ve yönetmenliği kitabın da yazarı olan Dalton Trumbo tarafından yapılmıştır. Konusu genel olarak şöyledir; Johnny birinci dünya savaşına gider. Gençtir, geride sevgilisini bırakır. Bir gece cephede kaybolur. Bir bombanın açtığı çukura girer çünkü askerlerin bir inanışına göre aynı yere iki kere bomba düşmez. Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz, Johnny'nin üstüne bomba düşer ve Johnny’yi hastaneye kaldırırlar. Başlarda anlamaz ne olduğunu, uyuduğunu zanneder. Sonra doktorlar dikişlerini almaya başladığında kollarını ve bacaklarını kaybettiğini, daha da kötüsü görme, konuşma ve duyma işlevlerini de kaybettiğini anlar. Artık yaşayan bir beyinden başka bir şey değildir o. Vücuduna vuran güneşin ısısıyla günleri sayar, insanların ayaklarının yarattığı darbelerle odada birileri olduğunu anlar. Bu sırada bir nevi telepatik rüya yoluyla bazı insanlarla iletişim kurar (örn: babası). Bunlar aslında gerçek değildir, ama gerçeği yüzüne vurmaktadır .Johnny’nin asla kurtulamayacağı gerçeğini... Yine bir rüyasında babasının çocukken öğrettiği mors alfabesini hatırlar. Artık kafasını yastığa vurarak konuşmaya çalışmaktadır. Askeri hastanede olduğu için askerler bunu anlarlar ve cevap verirler. Johnny ötenazi istemektedir ama general bunun imkansız olduğunu söyler.
Mettalica’nın bu şarkısı bu öykü üzerine yazılmıştır. Bu gencin içinde yaşadığı çaresizliği ve savaşın acı yüzünü anlatmaktadır.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

I cant remember anything
(Hatırlayamıyorum hiçbir şeyi)
Cant tell if this is true or dream
(Söyleyemem bu rüya mı gerçek mi)
Deep down inside i feel to scream
(Çığlık atmak istiyor içimin derinlikleri)
This terrible silence stops me
(Bu korkunç sessizlik durduruyor beni)
Now that the war is through with me
(Şimdi savaş benim içimde)
Im waking up i can not see
(Uyanıyorum ama göremiyorum)
That there is not much left of me
(Pek bir şey kalmadığını benden geriye)
Nothing is real but pain now
(Hiç bir şey gerçek değil ama acısı gerçek)
Hold my breath as i wish for death
(Nefesimi tut ben dilerken ölmeyi)
Oh please god,wake me 
(Oh lütfen tanrım, uyandır beni)
Back in the womb its much too real
(Anne rahmine dönüş bu oldukça gerçek)
In pumps life that i must feel
(Hayatı hissetmeliyim kalbim atarken)
But cant look forward to reveal
(Ama sabırsızlanamam açıklamak için)
Look to the time when ill live
(Yaşayacak olacağım zamana bakarım)
Fed through the tube that sticks in me
(Bana bağlı bir tüp besliyor beni)
Just like a wartime novelty
(Tıpkı savaş gibi enteresan)
Tied to machines that make me be
(Bağlı olduğum cihazlar yaşatıyor beni)
Cut this life off from me 
(Bu hayatı benden söküp alın geri)
Hold my breath as i wish for death
(Nefesimi tut ben dilerken ölmeyi)
Oh please god,wake me 
(Oh lütfen tanrım, uyandır beni)
Now the world is gone im just one
(Şimdi dünya yok, ben tek başıma)
Oh god,help me
(Oh tanım, yardım et bana)
Hold my breath as i wish for death
(Nefesimi tut ben dilerken ölmeyi)
Oh please god help me 
(Oh lütfen tanrım, yardım et bana)
Darkness imprisoning me
(Karanlık beni hapsediyor)
All that i see
absolute horror
(Tek gördüğüm saf korku)
I cannot live, i cannot die trapped in myself
(Yaşayamıyorum, ölemiyorum kendimde hapsoldum)
Body my holding cell 
(Vücudum zindanımdır)
Landmine has taken my sight
(Mayın görüşümü aldı)
Taken my speech, taken my hearing
(Konuşmamı aldı, duymamı aldı)
Taken my arms, taken my legs, taken my soul
(Kollarımı aldı, bacaklarımı aldı, ruhumu aldı)
Left me with life in hell
(Beni cehennemde bir yaşamla bıraktı)
Şarkının filmden görüntülerle birlikte, hikayesinin de anlatıldığı Türkçe alt yazılı klibi için tıklayınız

7. Pink Floyd - Comfortably Numb

Çoğu kişinin uyuşturucuyla alakalı çıkarımlarına rağmen, hikayesi basit ve yaşanmışlıklar üzerine kurulmuş bir başyapıt. Müzikal altyapısı bu basitlikle ters orantıda güzeldir.
Grubun gitaristi Syd Barrett, bir Kuzey Amerika turnesi sırasında lsd yüzünden kötü durumdadır. gitarını otel odalarında unutur ve onu geri almak amacıyla aynı gün tekrar önceki şehre uçmak zorunda kalır. Ayrıca, grubun geri kalanından gün geçtikçe daha fazla kopuyor, tabii dünyadan da. Bir akşam, olaylar patlama noktasına geliyor ve bu durum, David Gilmour'un gruba katılmasıyla ve Roger Waters ile birlikte bu şarkıyı yazmasıyla sonlanıyor.
Chicago'daki bir konser sırasında, grup sahne almak üzeredir ve Syd ortadan kaybolmuştur. Odasına bakarlar ve Syd oradadır, cenin pozisyonunda yatmaktadır ve uçmuş vaziyettedir. Onu kendine getirme çabaları sorunsuz kalır. En sonunda kendi kendine konuşmaya başlar; fakat gruptakiler ne dediğini anlayamamaktadır. En sonunda, onu ayağa kaldırmayı başarırlar ve grubun sahne alması gerektiğinden dolayı, onu yürütüp gitarını boynuna asarlar. Birinci kıta bu bölümü anlatıyor.
Anlatılanlara göre, konserin geri kalan kısmı boyunca onu götürdükleri yerde durmuştur Syd ve kısa riff'ler kullanmıştır çalarken; bu yüzden grup onun bu halden kurtulacağını ummuştur. Sonunda, konsere ara verildiğinde grup bir doktor çağırır ve doktor Syd'e halüsinasyonlarının yok olmasını sağlayan bir enjeksiyon yapar; bunu konserin ikinci yarısında Syd'in tamamen normal davranmasından anlıyoruz. İkinci kıtada bu bölüm anlatılmakta.
Bu noktadan sonra, David Gilmour gruba eşlik etmesi için çağrılır ve en sonunda, Syd'in yerini alır. stüdyo kayıtları sırasında, Syd ile çalışmak neredeyse imkansız hale gelmiştir zira bazen riff'leri tersinden bile yazdığı olmuştur.
Nakaratlar, Syd'in bakış açısıyla söylenmekte. Arkadaki rüya hissi veren altyapı bunu kanıtlıyor. Şarkının sonlarına doğru, uyuşturucu yüzünden hayatının tamamen değiştiğini fark ediyor anlatıcı; fakat bu konuda yapabileceği hiçbir şey yok, çünkü o artık huzurla hissizleşmiş.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Hello?
(Merhaba?)
Is there anybody in there?
(Orada kimse var mı?)
Just nod if you can hear me
(Beni duyuyorsan, başını salla)
Is there anyone home?
(Sesim geliyor mu sana?)
Come on, now
(Haydi, ses versene)
I hear you're feeling down
(Duyduğuma göre, keyifsizmişsin)
Well I can ease your pain
(Eh, ben acını azaltabilirim)
And get you on your feet again
(Seni tekrar ayağa kaldırabilirim)
Relax
(Rahatla)
I need some information first
(Önce, biraz bilgi gerek bana)
Just the basic facts
(Basit olandan başlayalım)
Can you show me where it hurts?
(Göstersene, neresi acıyor?)
There is no pain, you are receding
(Acı yok artık, geri çekiliyorsun)
A distant ship's smoke on the horizon
(Uzaklaşan bir geminin ufuktaki dumanı misali)
You are only coming through in waves
(Yavaş yavaş kendine geliyorsun)
Your lips move but I can't hear what you're sayin'
(Dudakların kımıldıyor, ama duyamıyorum söylediğini)
When I was a child I had a fever
(Çocukken, bir seferinde ateşim çıkmıştı)
My hands felt just like two balloons
(Ellerim sanki iki balondan ibaret gibiydi)
Now I got that feeling once again
(Şimdi o duyguyu tekrar hissediyorum)
I can't explain, you would not understand
(Bunu ben anlatamam, anlamazdın sen de)
This is not how I am
(Öyle biri değilim ben)
I have become comfortably numb
(Huzurla hissizleştim ben, zaman geçtikçe)
Ok
(Pekala)
Just a little pinprick
(Küçük bir batma hissedeceksin)
There'll be no more ...Aaaaaahhhhh!
(Daha fazla acı hissetmeyecek-- aaaaaahhhhh!)
But you may feel a little sick
(Fakat biraz miden bulanabilir)
Can you stand up?
(Ayağa kalkabiliyor musun?)
I do believe it's working. Good
(Sanırım işe yarıyor. Güzel)
That'll keep you going for the show
(Bu idare eder konser sırasında seni)
Come on it's time to go
(Haydi kalk, gitme zamanı geldi)
There is no pain, you are receding
(Acı yok artık, geri çekiliyorsun)
A distant ship's smoke on the horizon
(Uzaklaşan bir geminin ufuktaki dumanı misali)
You are only coming through in waves
(Yavaş yavaş kendine geliyorsun)
Your lips move but I can't hear what you're sayin'
(Dudakların kımıldıyor ama, duyamıyorum söylediğini)
When I was a child I caught a fleeting glimps
(Çocukken, bir seferinde anlık bir bakış yakalamıştım)
Out of the corner of my eye
(Gözümün ucuyla)
I turned to look but it was gone
(Bakmak için döndüm; fakat yoktu orada)
I cannot put my finger on it now
(Şu anda net bir anı değil bu kafamda)
The child is grown, the dream is gone
(Çocuk büyüdü, sona erdi rüya)
I have become comfortably numb
(Huzurla hissizleştim ben, geçen zamanda)

8. Bob Dylan - One More Cup Of Coffee

Bu şarkıyla ilgili pek çok efsane dolaşsa da ortalıkta, sözlerinden de yola çıkarak en akla yatkın olanı şu hikaye olsa gerek; Bu şarkının yazıldığı sıralarda, Bob Dylan'ın karısı Sara'dan ayrıldığını ve yaşadığı ayrılıkların sonrasında yazdığı şarkılarda 'tek yanlı keskin eleştirilerde' bulunduğunu hatırlamakta fayda var.
Adamımız Bob, fıstık gibi bir hatunla gönül ilişkisine girmiştir ama, bakar ki dünyalar ayrı. Bu kız aslında kaba saba bir aileden gelmekte olan dangıl dungul biridir. Bob Dylan'ın incelikli dünyasını, entelektüel derinliğini anlayabilecek duyarlılıktan yoksundur. Dostumuz artık kalkıp gitmesi gerektiğini anlamıştır, artık bütün istediği yola çıkmadan önce son bir kahve daha içebilmektir. Bu arada kızın ailesine de laf sokmaktan geri kalmayacaktır.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Your breath is sweet
(Nefesin tatlı)
Your eyes are like two jewels in the sky
(Gözlerin gökyüzündeki iki mücevher gibi
Your back is straight your hair is smooth
(Sırtın düz, saçın pürüzsüz)
On the pillow where you lie
(Yattığın yastıkta)
But I don't sense affection
(Ama şefkat sezmiyorum
No gratitude or love
(Ne minnettarlık ne sevgi)
Your loyalty is not to me
(Sadakatin bana değil)
But to the stars above
(Yukardaki yıldızlara)
One more cup of coffee for the road
(Yol için bir fincan kahve daha)
One more cup of coffee 'fore I go
(Bir fincan kahve daha, ben gitmeden)
To the valley below
(Aşağıdaki vadiye)
Your daddy he's an outlaw
(Baban, o bir kanun kaçağı)
And a wanderer by trade
(Ve mesleği avarelik)
He'll teach you how to pick and choose
(Sana seçmeyi ve ayırmayı öğretecektir)
And how to throw the blade
(Ve bıçağı fırlatmayı)
He oversees his kingdom
(O krallığına göz kulak oluyor)
So no stranger does intrude
(Böylece yabancılar rahatsız edemez)
His voice it trembles as he calls out
(Sesi titriyor, seslenirken)
For another plate of food
(Yeni bir tabak yemek için)
One more cup of coffee for the road
(Yol için bir fincan kahve daha)
One more cup of coffee 'fore I go
(Bir fincan kahve daha, ben gitmeden)
To the valley below
(Aşağıdaki vadiye)
Your sister sees the future
(Kız ardeşin geleceği görüyor)
Like your mama and yourself
(Tıpkı annen ve senin gibi)
You've never learned to read or write
(Asla okuma-yazma öğrenmedin)
There's no books upon your shelf
(Rafında hiç kitap yok)
And your pleasure knows no limits
(Ve memnuniyetin sınır tanımıyor)
Your voice is like a meadowlark
(Sesin bir tarlakuşu gibi)
But your heart is like an ocean
(Ama kalbin bir okyanus sanki)
Mysterious and dark
(Gizemli ve karanlık)
One more cup of coffee for the road
(Yol için bir fincan kahve daha)
One more cup of coffee 'fore I go
(Bir fincan kahve daha, ben gitmeden)

9. Eagles - Hotel California

Şehir efsanelerinin en çoğu bu şarkı için geçerli sanırım. Sürüsüne bereket hikayesi var, ama genel olarak ana teması iki genç aşık üzerine kurulu. Tüm farklı versiyonlarını buraya yazmak mümkün olamayacağından iki tane mantıklı olan hikayeyi yazıyorum.
Birinci rivayete göre birbirlerine çılgınlar gibi aşık olan iki genç, bir sebepten ötürü (ailevi baskılar, sosyal baskılar, ya da başka bir sorun) sık sık buluşup bu otel odasında buluşurlar. Günün birinde birbirlerine söz verirler, yalnızca birbirlerini seveceklerine dair ve buluşma yerine gelmemelerinin tek sebebi ölüm olmalıdır diye. Yine böyle buluşacakları bir günde kız önceden gelir otel odasına, bekler bekler ama çocuk gelmemiştir. Oysa söz vermiştir ona. Kız çocuğun söylediklerini ve çaresiz bir şekilde ne yapacağını düşünür. Bekler, bekler, bekler, ama kimseler gelmez. Oysa çocuk geç kalmıştır ve arabayla sevgilisinin yanına yetişmeye çalışırken, trafik kazası geçirip hayatını kaybetmiştir. Kız ise onsuz yaşamaktansa ölmeyi tercih eder ve ona söz verdiği gibi asar otel odasında kendisini yanına gider. Hayatına son vermeden önce de otel odasının kapısına bu şarkının sözlerini yazar.. Uzunca bir sure bu otelin odası kimselere kiralanmaz, birbirini seven iki gencin anısına.. Günün birinde Eagles gelir , o otelde kalmak ister fakat boş oda yoktur, boş olan tek oda iki sevgilinin odasıdır, resepsiyondaki kız durumu izah eder, bu odanın hikayesini anlatır, Eagles bu odayı görmek ister, çıkarlar odaya, hiç bir şeye dokunulmamıştır, kapının arkasındaki sözleri gören Eagles, hikayesinden de etkilendiği bu sözleri şarkı yapar…
Bir diğer rivayet ise şu şekildedir; 1969 yazında hikâyenin kahramanı olan adam uzun bir seyahate çıkar... Ve yolu Kaliforniya'dan geçerken dinlenmek için Hotel California’yı bulur... Ufak sevimli bir oteldir. Sıcak bir havası vardır... Bir odaya yerleştirirler...Oteldeki ikinci gününde odasının hemen yanındaki odada kalan kızla tanışır. Arkadaş olurlar... Birlikte gezmeğe başlarlar. Çok fazla zaman geçmeden birbirlerine âşık olurlar... Ve tatili Hotel California’da birlikte geçirmeye karar verirler. Çok severler birbirlerini... Bütün bir yaz hep beraberdirler. Otelin sıcak insanları, sevimliliği sadeliği onları çok etkilemiştir... Unutamayacakları bir yaz yaşarlar, bir sevgi yaşarlar. Yazın bitiminde bir karar vermek zorundadırlar ayrılık için. Ve şöyle derler: Eğer 1 sene sonra birbirimizi unutmaz ve yine bu kadar çok sevecek olursak, gelecek yazın ilk gününde (tanıştıkları günü kastederek) Hotel California’da buluşacağız diye sözleşirler. O zamana kadar birbirlerini hiç aramayacaklardır. (Bu aşk bir yaz aşkımı yoksa gerçek bir aşk mı diye anlamak için yaparlar bunu Eagles hikâyenin buraya kadar olanını yaşadıkları günleri otelin güzelliğini kasabanın sadeliğini anlatır şarkısında genel olarak.) Tam 1 sene geçmiştir... Adam sözleştikleri gibi 1 sene sonra otelde buluşmak için yola çıkar... Tanıştıkları ilk gündür o gün... Yol uzundur bitmek bilmez adam için... Ve sonunda Kaliforniya'ya varır... Otelin oraya geldiğinde kapkara bir bina bulur. Otel dün yanmıştır... Sevdiği adamla buluşmak için 1 gün önceden otele gelen kız gece çıkan yangında ölür... Adam otele gelirken sevdiği kızla bir ömür yaşamayı, birlikte olmayı düşünürken, onu bir ömür kaybeder. Gurubun üyeleri hikâyeyi duyduğunda çok etkilenir ve bunun için bir şeyler yazmaya karar verirler. Daha sonrada Hotel California dediğimiz o muhteşem şarkı çıkar

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

On a dark desert highway, cool wind in my hair
(Karanlık bir çöl otoyolunda, serin rüzgar saçlarımda)
Warm smell of colitas, rising up through the air
(Colitaların sıcak kokusu, yükseliyor havaya)
Up ahead in the distance, I saw a shimmering light
(İleride biraz uzakta, parlak bir ışık gördüm)
My head grew heavy and my sight grew dim
(Başım ağırlaştı ve görüşüm bulanıklaştı)
I had to stop for the night
(Geceyi geçirmek için durmalıydım)
There she stood in the doorway
(Kapı girişinde duruyordu)
I heard the mission bell
(Görev zilini duydum)
And I was thinking to myself
(Ve kendi kendime düşünüyordum)
'This could be Heaven or this could be Hell'
('Burası cennet de olabilir, cehennem de')
Then she lit up a candle and she showed me the way
(Sonra bir mum yaktı ve bana yolu gösterdi)
There were voices down the corridor
(Koridor boyunca sesler vardı)
I thought I heard them say
(Sanırım şöyle dediklerini duydum)
Welcome to the Hotel California
(Kaliforniya Oteli'ne hoşgeldiniz)
Such a lovely place
(Ne kadar hoş bir yer)
Such a lovely face
(Ne kadar hoş bir yüz)
Plenty of room at the Hotel California
(Kaliforniya Oteli'nde bir çok oda vardır)
Any time of year, you can find it here
(Yılın herhangi bir zamanı, burada bulabilirsiniz)
Her mind is Tiffany-twisted, she got the Mercedes bends
(Aklı mücevher dükkanlarına takılmıştı, Mercedes gibi
kıvrımları vardı)
She got a lot of pretty, pretty boys, that she calls
friends
('Arkadaşım' diye hitap ettiği bir sürü hoş erkek vardı)
How they dance in the courtyard, sweet summer sweat
(Avluda nasıl da dans ediyorlar, tatlı yaz teri içinde)
Some dance to remember, some dance to forget
(Bazı danslar hatırlamak için, bazısı unutmak için)
So I called up the Captain
(Böylece kaptanı çağırdım)
'Please bring me my wine'
('Lütfen şarabımı getirin bana')
He said, 'We haven't had that spirit here since 1969'
(Dedi ki, '1969'dan beri o içkiyi bulundurmuyoruz')
And still those voices are calling from far away
(Ve hala o sesler çok uzaklardan çağırıyorlar)
Wake you up in the middle of the night
(Gecenin ortasında senin uykundan uyandırır)
Just to hear them say
(Ve sadece şöyle dediklerini duyarsın)
Welcome to the Hotel California
(Kaliforniya Oteli'ne hoşgeldiniz)
Such a lovely place
(Ne kadar hoş bir yer)
Such a lovely face
(Ne kadar hoş bir yüz)
They livin' it up at the Hotel California
(Kaliforniya Oteli'nde herkes gününü gün eder)
What a nice surprise, bring your alibis
(Ne hoş bir sürpriz, mazeretlerinizi de getirin)
Mirrors on the ceiling
(Tavanda aynalar)
The pink champagne on ice
(Buz kovasında pembe şampanya)
And she said 'We are all just prisoners here, of our own
device'
(Ve dedi ki; 'Biz burada sadece kendi icatlarımızın
mahkumlarıyız')
And in the master chambers
(Ve büyük salonda)
They gathered for the feast
(Ziyafet için toplanmışlar)
The stab it with their steely knives
(Çelik bıçaklarını saplıyorlar)
But they just can't kill the beast
(Ama canavarı öldüremiyorlar)
Last thing I remember, I was
(Hatırladığım son şey, benim)
Running for the door
(Kapıya doğru koştuğumdu)
I had to find the passage back
(Geçidi bulmalıydım)
To the place I was before
(Daha önce bulunduğum yere açılan)
'Relax,' said the night man
("Rahat ol" dedi gece görevlisi)
We are programmed to receive
(Bizler ev sahipliği yapmaya programlandık)
You can checkout any time you like
(İstediğin zaman çıkış yapabilirsin)
But you can never leave!
(Ama buradan asla ayrılamazsın!)

10. Johnny Cash - A Boy Named Sue

Her ne kadar video boyunca izleyicilerin kahkahaları Johnny Cash’ eşlik etse de gerçekten de dokunaklı bir şarkıdır “A Boy Named Sue”. Babası 3 yaşındaki oğlunu terk etmeden önce, ona veda hediyesi olarak Sue ismini verir. İsmi nedeniyle çevresi tarafından sürekli aşağılanan Sue, sonunda babasını bulur ve onunla kavgaya tutuşur.Şarkının sözleri bir Shel Silverstein şiirine benzetilebilir. Gerçek şu ki aslında öyle. Hikayenin Sue’su ise Silverstein’ın yakın arkadaşı Jean Shepherd.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

My daddy left home when I was three
(Babacığım evi terketti ben üç yaşındayken
And he didn't leave much to ma and me
(Ve çok şey bırakmadı anama ve bana)
Just this old guitar and an empty bottle of booze
(Sadece bu eski gitar ve boş bir içki şişesi)
Now, I don't blame him cause he run and hid
(Şimdi, onu suçlamıyorum kaçtı ve saklandı diye)
But the meanest thing that he ever did
(Ama yaptığı en acımasızca şey)
Was before he left, he went and named me "Sue."
(Terk etmeden önce, gidip bana "Sue" adı
vermesiydi)
Well, he must o' thought that is quite a joke
(Yani, bunun fena bir şaka olmadığını düşünmüş olmalı)
And it got a lot of laughs from a' lots of folk
(Ve çokça insan tarafından çokça kahkaha topladı)
It seems I had to fight my whole life through
(Görünüyor ki tüm hayatım boyunca kavga etmek zorunda
kaldım)
Some gal would giggle and I'd get red
(Bazı karılar gülerdi ve ben kızarırdım)
And some guy'd laugh and I'd bust his head
(Ve bazı adamlar gülerdi ve kafasını patlatırdım)
I tell ya, life ain't easy for a boy named
"Sue."
(Diyorum sana, "Sue" adında bir erkek için
hayat kolay değil)
Well, I grew up quick and I grew up mean
(Yani, hızlı büyüdüm ve acımasız büyüdüm)
My fist got hard and my wits got keen
(Yumruğum sertleşti ve espirilerim keskinleşti)
I'd roam from town to town to hide my shame
(Şehirden şehire gezerdim utancımı saklamak için)
But I made a vow to the moon and stars
(Ama bir yemin ettim aya ve yıldızlara)
That I'd search the honky-tonks and bars
(Batakhaneleri ve barları arayacağıma)
And kill that man who gave me that awful name
(Ve bana o berbat ismi veren adamı öldüreceğime)
Well, it was Gatlinburg in mid-July
(Yani, Temmuz ortası Gatlinburg'taydı)
And I just hit town and my throat was dry
(Ve şehre yeni varmıştım ve boğazım kurumuştu)
I thought I'd stop and have myself a brew
(Düşündüm ki durayım ve kendime bir bira alayım)
At an old saloon on a street of mud
(Çamurdan bir sokaktaki eski bir meyhanede)
There at a table, dealing stud
(Oradaki bir masada, kağıtları dağıtan)
Sat the dirty, mangy dog that named me "Sue."
(Bana "Sue" adını veren kirli, uyuz köpek
oturuyordu)
Well, I knew that snake was my own sweet dad
(Yani, biliyordum o yılanın benim tatlı öz babam
olduğunu)
From a worn-out picture that my mother'd had
(Annemin sahip olduğu solmuş bir resimden)
And I knew that scar on his cheek and his evil eye
(Ve biliyordum yanağındaki izi ve kötü gözünü)
He was big and bent and gray and old
(Büyük ve kıvrık ve gri ve yaşlıydı)
And I looked at him and my blood ran cold
(Ve ona baktım ve kanım çekildi)
And I said: "My name is 'Sue!' How do you do!
(Ve dedim ki "Benim adım "Sue"! Memnun
oldum!)
Now your gonna die!!"
(Şimdi öleceksin!!")
Well, I hit him hard right between the eyes
(Yani, sertçe vurdum ona gözlerinin arasından)
And he went down, but to my surprise
(Ve yere düştü, ama beni şaşırtıp)
He come up with a knife and cut off a piece of my ear
(Ayağa kalktı bir bıçakla ve kulağımdan bir parça kesti)
But I busted a chair right across his teeth
(Ama tam dişinin ortasına bir sandalye patlattım)
And we crashed through the wall and into the street
(Ve biz duvarı kırdık ve caddeye girdik)
Kicking and a' gouging in the mud and the blood and the
beer
(Dövüşerek ve boğarak çamur ve kan ve bira içinde)
I tell ya, I've fought tougher men
(Sana diyorum, daha sert adamlarla dövüşmüştüm)
But I really can't remember when
(Ama böyle bir zaman hatırlamıyorum)
He kicked like a mule and he bit like a crocodile
(Bir katır gibi tekmeledi ve timsah gibi ısırdı)
I heard him laugh and then I heard him cuss
(Güldüğünü duydum ve sonra küfrettiğini duydum)
He went for his gun and I pulled mine first
(Silahına hamle yaptı ve ben benimkini önce çıkardım)
He stood there lookin' at me and I saw him smile
(Durdu orada bana bakarak ve gülümsediğini gördüm)
And he said: "Son, this world is rough
(Ve dedi ki: "Evlat, bu hayat haşin)
And if a man's gonna make it, he's gotta be tough
(Ve bir adam ayakta kalabilecekse, sert olmak zorunda)
And I knew I wouldn't be there to help ya along
(Ve biliyordum orada olup sana yardım edemeyeceğimi)
So I give ya that name and I said goodbye
(Bu yüzden sana o adı koydum ve hoşça kal dedim)
I knew you'd have to get tough or die
(Biliyordum sert olmak zorunda olacağını yoksa öleceğini)
And it's the name that helped to make you strong."
(Ve o isimdir senin güçlü olmana yardım eden.")
He said: "Now you just fought one hell of a
fight
(Dedi ki: "Şimdi sen biraz önce dövüşün en kralını
yaptın)
And I know you hate me, and you got the right
(Ve biliyorum benden nefret ediyorsun ve hakkın var)
To kill me now, and I wouldn't blame you if you do
(Beni öldürmeye ve bunu yaparsan seni suçlamam)
But ya ought to thank me, before I die
(Ama bana teşekkür etmelisin, ben ölmeden)
For the gravel in ya guts and the spit in ya eye
(Deli cesaretin ve gözü karalığın için)
Cause I'm the son-of-a-bitch that named you
"Sue.'"
(Çünkü ben sana "Sue" adını veren or.spu
çocuğuyum.")
I got all choked up and I threw down my gun
(Nutkum tutuldu ve silahımı yere attım)
And I called him my pa, and he called me his son
(Ve ona babam dedim ve o bana evladım dedi)
And I came away with a different point of view
(Ve başka bir bakış açısı ile baktım)
And I think about him, now and then
(Ve onun hakkında düşündüğümde, ara sıra)
Every time I try and every time I win
(Denediğim her zaman ve kazandığım her zaman)
And if I ever have a son, I think I'm gonna name him
(Ve eğer bir gün oğlum olursa, sanırım ona vereceğim adı)
Bill or George! Anything but Sue! I still hate that name!
(Bill ya da George! Sue dışında her şey! Hala o isimden
nefret ediyorum!)

11. The Beatles - Yesterday

Bir sabah Paul McCartney dilinde bir melodi ile uyanmış.. Parçayı kendi kendine tekrarladıkça, bunun başka birileri tarafından söylenen bir parça olduğu hissine kapılmaya başlamış ve sonunda grup arkadaşlarını çağırarak dinletmiş. Onlar böyle bir parça olmadığını, ilk defa duyduklarını söylemişler. Ancak sözleri ilk söylediğinde, sahanda yumurta/ bayılıyorum yavrum o bacaklara şeklindeymiş. Bestenin daha önce yapılmadığına ikna olunca oturup şu andaki sözleri yazmış.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Yesterday, all my troubles seemed so far away
(Dün, sorunlarım çok uzak görünüyordu)
Now it look as though they're here to stay
(Şimdi kalmak için buradalarmış gibi görünüyor)
Oh, I believe in yesterday
(Oh, düne inanıyorum)
Suddenly, I'm not half the man I used to be
(Birdenbire, eskiden olduğum kişinin yarısı bile değilim)
There's a shadow hanging over me
(Üzerimde asılı kalan bir gölge var)
Oh, yesterday came suddenly
(Oh, dün aniden geldi)
Why she had to go I don't know, she wouldn't say
(Neden gitmek zorundaydı bilmiyorum, söylemedi)
I said something wrong, now I long for yesterday
(Yanlış bir şey söyledim, şimdi dünü iple çekiyorum)
Yesterday, love was such an easy game to play
(Dün, aşk oynaması çok kolay bir oyundu)
Now I need a place to hide away
(Şimdi saklanacak bir yere ihtiyacım var)

12. Bonnie Tyler - Total Eclipse of the Heart

Rivayetlere göre bu parça dünyanın en zor oluşturulan parçası olarak tarihe adını yazdırmayı başarmış.. Neden mi? En başında parçanın sözlerinin yazımı 2 ayı aşan bir süre zarfında gelişmiş. (Jim Steinman imzası taşıyan bir şarkıdır) Daha sonra sözlerin melodiye dökülmesi Tam 8 ay sürmüş. (Bu yüzden parçanın melodisini ve notalarını çıkartmak bir hayli zor) Şarkıyı bestelemek ve seslendirecek şarkıcıları seçmekte bir hayli zor olmuş ve 6 ay boyunca şarkı için şarkıcı taraması yapılmış. En Sonunda şarkı için en uygun seslerin Bonnie Tyler ve Meat Loaf`un olduğuna karar verilmiş. Tabi ikiliyi de bir araya getirmekte pek olay olmamış ve tam 4 ay sonra, yani 2 yılın son günü ikili nihayet stüdyoya girerek şarkıyı seslendirmiş. Hikayenin En ilginç kısmı ise 2 yılda oluşturulan bu parçanın stüdyo kaydının sadece 20 dakika sürmesi...

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Turn around! Every now and then, i get a little bit
lonely
(Geri dön! Ara sıra, biraz yalnız oluyorum)
And you're never coming around
(Ve sen hiç gelmiyorsun)
Turn around! Every now and then, i get a little bit tired
(Geri dön! Ara sıra, biraz yoruluyorum)
Of listening to the sound of my tears
(Gözyaşlarımın sesini dinlemekten)
Turn around! Every now and then, i get a little bit
nervous
(Geri dön! Ara sıra, biraz sinirleniyorum)
That the best of all the years have gone by
(Tüm en güzel yıllarının akıp gitmesinden)
Turn around! Every now and then, i get a little bit
terrified
(Geri dön! Ara sıra, biraz korkuyorum)
And then I see the look in your eyes
(Ve sonra gözlerindeki bakışı görüyorum)
Turn around! bright eyes !
(Geri dön! Parlak bakışlı!)
Every now and then, i fall apart!
(Ara sıra, düşüyorum!)
Turn around! Every now and then, i get a little bit
restless
(Geri dön! Ara sıra, biraz yoruluyorum)
And I dream of something wild
(Ve çılgın bir şeyler hayal ediyorum)
Turn around! Every now and then, i get a little bit
helpless
(Geri dön! Ara sıra, biraz çaresiz oluyorum)
And I'm lying like a child in your arms
(Ve kollarında bir çocuk gibi kıvrılıyorum)
Turn around! Every now and then, i get a little bit angry
(Geri dön! Ara sıra, biraz sinirleniyorum)
And I know I have to get out and cry
(Ve biliyorum ki defolup ağlamak zorundayım)
Turn around! Every now and then, i get a little bit
terrified
(Geri dön! Ara sıra, biraz korkuyorum)
And then I see the look in your eyes
(Ve sonra gözlerindeki bakışı görüyorum)
Turn around! bright eyes !
(Geri dön! Parlak bakışlı!)
Every now and then, i fall apart!
(Ara sıra, düşüyorum!)
And I need you now tonight
(Ve bu gece sana ihtiyacım var)
And I need you more than ever
(Ve bu gece sana her zamankinden daha çok ihtiyacım var)
And if you'll only hold me tight
(Ve eğer beni sararsan)
We'll be holding on forever
(Sonsuzluğa uzanacağız)
And we'll only be making it right
(Ve sadece biz bunu başarabiliriz)
Because we'll never be wrong together
(Çünkü biz beraberken asla yanılmayız)
We can take it to the end of the line
(Biz sonsuzluğa gidebiliriz)
Your love is like a shadow on me all of the time
(Aşkın daima üstümde bir gölge gibi)
I don't know what to do, and I'm always in the dark
(Ne yapacağımı bilmiyorum, daima karanlıktayım)
We're living in a powder keg and giving off sparks
(Barut fıçısında yaşıyor, etrafa kıvılcımlar yayıyoruz)
I really need you tonight
(Bu gece gerçekten sana ihtiyacım var)
Forever's going to start tonight
(Sonsuzluk bu gece başlıyor)
Forever's going to start tonight
(Sonsuzluk bu gece başlıyor)
Once upon a time, I was falling in love
(Bir zamanlar aşık olurdum)
But now I'm only falling apart
(Ama artık sadece düşünüyorum)
There's nothing I can do
(Yapabileceğim bir şey yok)
A total eclipse of the heart
(Tam bir kalp tutulması)
Once upon a time, there was light in my life
(Bir zamanlar hayatımda bir ışık vardı)
But now there's only love in the dark
(Şimdi sadece karanlıkta bir aşk var)
Nothing I can say
(Bir şey söyleyemem)
A total eclipse of the heart
(Tam bir kalp tutulması)
Turn around, bright eyes
(Geri dön, parlak bakışlı)
Turn around! Every now and then, i know you'll never be
(Geri dön! Ara sıra, biliyorum ki)
The boy you always wanted to be
(Sen asla istediğin adam olamayacaksın)
Turn around! Every now and then, i know you'll always be
(Geri dön! Ara sıra, biliyorum ki)
The only boy who wanted me the way that I am
(Sen beni olduğum gibi kabul eden tek adam olacaksın)
Turn around! Every now and then, i know there's no-one in
the universe
(Geri dön! Ara sıra, biliyorum ki, evrende hiç kimse yok)
As magical and wondrous as you
(Senin kadar büyülü ve harika olan)
Turn around! Every now and then
(Geri dön! Ara sıra)
I know there's nothing any better
(Biliyorum ki, yapmayacağım hiç bir şey olmadığını da)

13. Metallica - Fade to Black

83 yılında ekipman ve sahne alet edevatıyla dolu kamyonlarının çalınması akabinde sadece deri ceketleriyle ortada kalan grup üyelerince o anki haleti ruhiye içinde yazılmış, hem hüzünlü, hem sinirli, hem acıklı, hem de gazlı bir şarkıdır..

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Life it seems, will fade away
(Yaşam öyle görünüyor ki solacak)
Drifting further every day
(Gün be gün uzaklaşarak) 
Getting lost within myself
(İçimde kaybolarak) 
Nothing matters no one else
(Hiçbir şey önemli değil , hiç kimse) 
I have lost the will to live
(Yaşama isteğimi yitirdim) 
Simply nothing more to give
(Kalmadı verecek şeyim) 
There is nothing more for me
(Benim için dahası yok) 
Need the end to set me free
(Beni özgür kılacak sona ihtiyacım var) 
Things are not what they used to be
(Hiçbir şey eskisi gibi değil) 
Missing one inside of me
(İçimden bir şeyler kaybolup gidiyor) 
Deathly lost, this can't be real
(Ölümcül kayıp , gerçek olamaz bu) 
Cannot stand this hell I feel
(Hissettiğim cehenneme dayanamıyorum) 
Emptiness is filling me
(Boşluk dolduruyor içimi) 
To the point of agony
(Keder noktasına dek) 
Growing darkness taking dawn
(Büyüyen karanlık yutuyor şafağı) 
I was me, but now he's gone
(Ben bendim , ama o gitti şimdi) 
No one but me can save myself, but it's too late
(Sadece ben kurtarabilirim kendimi , ama çok geç) 
Now I can't think, think why I should even try
(Düşünemiyorum artık niçin denemem gerektiğini bile) 
Yesterday seems as though it never existed
(Dün hiç olmamış gibi görünüyor) 
Death Greets me warm, now I will just say goodbye
(Ölüm sıcak karşılıyor beni , sadece elveda diyeceğim
şimdi)

14. Pearl Jam - Last Kiss

Şarkı 50’lerden kalma bir sahil şarkısı gibi görünse de aslında her şey sözlerde gizli. “Last Kiss”, 1960’ta hayatını kaybeden Teksaslı 16 yaşındaki Carol Ann Tarver’ın ölümüyle ilgili. Tren kazası sonucu hayatını kaybeden Carol Ann için babası tarafından yazılan şarkı Eddie Vedder tarafından bulunur ve Pearl Jam’e şarkıyı coverlaması için iletir. “Last Kiss”ten elde edilen tüm gelir Pearl Jam tarafından Kosova Savaşı mültecilerine bağışlandı.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Where, oh where, can my baby be?
(Ahh tanrım bebeğim nerede)
The lord took her away from me
(Tanrı onu benden uzaklara aldı)
Shes gone to heaven, so ive got to be good
(Cennete gitti bu yüzden iyi hissetmeliyim)
So i can see my baby when i leave this World
(Çünkü bu dünyadan ayrıldığımda onu görebileceğim)
We were out on a date in my daddys car
(Baba arabasındaki randevu)
We hadnt driven very far
(Pek de uzağa gitmemiştik)
There in the road
(Yolun altında)
A car was stalled, the engine was dead
(Araba susmuş, motor ölmüştü)
I couldnt stop, so i swerved to the right
(Duramadık devam ettik)
Ill never forget the sound that night
(O gecenin sesini unutamayacağım)
The screamin tired
(Çığlıklar yoruldu)
The bustin glass
(Camlar patladı)
Tthe painful scream that i heard last
(Son duyduğum acı dolu bir çığlıktı)
Where, oh where, can my baby be?
(Ahh tanrım bebeğim nerede)
The lord took her away from me
(Tanrı onu benden uzaklara aldı)
Shes gone to heaven, so ive got to be good
(Cennete gitti bu yüzden iyi hissetmeliyim)
So i can see my baby when i leave this World
(Çünkü bu dünyadan ayrıldığımda onu görebileceğim)
Hold me darling, just a little
(Beni biraz tut sevgilim dedi sadece biraz)
While. i held her close, i kissed
(Gözlerini kapadım öptüm onu)
Her our last kiss
(Son öpücüğümüzdü)
I found the love that i knew i had missed
(Kaybettiğim aşkımı bulduğumu anladım)
Well now shes gone
(Evet, şimdi gitti o)
Even though i hold her tight
(Onu sımsıkı tutsam da)
I lost my love, my life that night
(Aşkımı, hayatımı kaybettim o gece)

15. Nirvana - Polly

1987 yılının temmuz ayında Tacoma`da on dört yaşında bir kız çocuğu, Gerald Friend isimli bir kişi tarafından kaçırılır. Adam, küçük kızı evinin tavanına ters şekilde astıktan sonra ona, günler sürecek bir tecavüz ve işkence girişiminde bulunur. İşkence aracı olarak tıraş makinesi, deri kırbaç, sıcak mum gibi psikopat objeler kullanmıştır ve daha sonra bir gün, arabada beraber giderlerken arabanın benzini biter. Bunu fırsat bilen kız, bir yolunu bulup kaçar ve kurtulur. Adam ömür boyu hapse mahkum edilmek üzere tutuklanır... Kurt Cobain olaydan o kadar etkilenir ki, bunu bir şarkı haline getirmeye karar verir. Zaten bir çok şarkısında tecavüz konusunu işleyen Cobain, küçük kızın hikayesini de o kervana katmaktan çekinmez... Kızın ve şarkının adı, Polly`dir...

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Polly wants a cracker
(Polly bir kraker istiyor)
Think I should get off her first
(Sanırım önce ondan kurtulmalıyım)
I think she wants some water
(Sanırım biraz su istiyor)
To put out the blow torch
(Fenerini söndürmek için)
It isn't me
(O ben değilim)
Have a seed
(Tohumum var)
Let me clip
(Bırak kısaltayım)
Your dirty wings
(Kirli kanatlarını)
Let me take ride
(Bırak biraz gezeyim)
Don't hurt yourself
(Sakın kendini incitme)
I want some help
(Biraz yardım istiyorum)
To help myself
(Kendime yardım etmek için)
I've got some rope
(Biraz halatım var)
You have been told
(Sana söylendi)
I promise you
(Sana yemin ediyorum)
I have been true
(Hep dürüst oldum)
Let me take a ride
(Bırak biraz gezeyim)
Don't hurt yourself
(Kendini incitme)
I want some help
(Biraz yardım istiyorum)
To help myself
(Kendime yardım etmek için)
Polly wants a cracker
(Polly bir kraker istiyor)
Maybe she would like more food
(Belki daha çok yiyecek ister)
She asks me to untie her
(Benden onu çözmemi istiyor)
A chase would be nice for a few
(Biraz kovalamaca iyi olurdu)
Polly says her back hurts
(Polly sırtının acıdığını söylüyor)
And she's just as bored as me
(Ve benim kadar yorgun olduğunu)
She caught me off my guard
(Beni savunmasız yakaladı)
It amazes me, the will of instinct
(İçgüdülerimin istediği beni şaşırtıyor)

16. KISS - Beth

Aslında şarkı hiç de trajik bir aşk şarkısı değil. Şarkı Chelsea üyeleri Stan Penridge ve Peter Criss -KISS’ten “Catman”- tarafından yazılmış. Şarkı aslında “Beck” için yazılmış ve kaydedilmiş. Bahsedilen Beck ise Chelsea’nın gitaristi Mike Brand’in eşi Becky. Becky’nin turneye çıkan grubu sürekli arayıp kocasının ne zaman eve döneceğini öğrenmeye çalışması ona şarkı yazılmasına neden olmuş. 1972 yılında, Peter Criss KISS grubuna katılınca, şarkı da onunla beraber katılmış. Kayıt sırasında da “Beck”, “Beth” olarak değiştirilmiş.

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

Beth, I hear you callin
(Beth, beni çağırdığını duyuyorum)
But I can't come home right now
(Ama şimdi eve gelemem)
Me and the boys are playin
(Ben ve çocuklar çalıyoruz)
And we just can't find the sound
(Ve sesi bulamıyoruz)
Just a few more hours
(Birazcık daha saat)
And I'll be right home to you
(Ve evde seninle olacağım)
I think I hear them callin
(Sanırım beni çağırdıklarını duyuyorum)
Oh, Beth what can I do
(Oh, Beth ne yapabilirim)
Beth what can I do
(Beth ne yapabilirim)
You say you feel so empty
(Boş hissettiğini söylüyorsun)
That our house just ain't a home
(Bizim evimiz bir ev gibi değil)
And I'm always somewhere else
(Ve ben her zaman başka bir yerdeyim)
And you're always there alone
(Ve sen orada hep yalnız)
Just a few more hours
(Birazcık daha saat)
And I'll be right home to you
(Ve evde seninle olacağım)
I think I hear them callin
(Sanırım beni çağırdıklarını duyuyorum)
Oh, Beth what can I do
(Oh, Beth ne yapabilirim)
Beth what can I do
(Beth ne yapabilirim)
Beth, I know you're lonely
(Beth, biliyorum yalnızsın)
And I hope you'll be alright
(Ve umarım iyi olursun)
'Cause me and the boys will be playin
(Çünkü ben ve çocuklar çalıyor olacağız)
All night
(Bütün gece)

17. Pink Floyd - Wish You Were Here

Pink Floyd grubunun kurucusu Syd Barret grubun lideridir. Şarkıların söz ve bestelerinin neredeyse tamamını o yapmaktadır. Ama kendisiuyuşturucu bağımlısıdır. Grup üyelerinin uzun tartışmaları sonucunda Syd Barret'in gruba daha fazla katkı sağlayamayacağı düşünülür ve gruptan atılır. Grup yeni albümleriyle dünyada tanınır hale gelir. Fakat grubun gitarist/solisti David Gilmour ve baterist Richard Wright gruptan ayrılan ve üzerinden yıllar geçen Syd Barret'i hala unutamamıştır. Grup üyeleri ondan ne bir haber, ne bir mektup almıştır. David Gilmour yeni albümünde ona bir şarkı yapmayı hayal eder. Bu şarkıya inanılmaz özen gösterir. Ve grubun albüm kayıtları başlar. Wish you were here şarkısının kaydını yapmak biraz zor olur onlar için, her birinin Syd'le olan anıları hatırlanır. Tam kayıttayken stüdyonun kapısından içeri birisi girer. Kimse önce tanıyamaz ama bu Syd Barret'in ta kendisidir. Değişmiştir, uyuşturucuyu bırakmıştır. Ve içeri girer girmez ''Nerede kalmıştık ? '' der. Kimse gözyaşlarını tutamaz o an.Ona şarkıyı dinletirler, beğenmez. Ve Syd gruba geri dönmemeye karar verir. Ortadan kaybolur. Wish you were here albümü 1975'te çıkar. Ve Syd Barret 7 Temmuz 2006’ya kadar sadece Pink Floyd grubuna değil, hiçbir televizyona, gazeteciye gözükmez. 7 Temmuz 2006'da ölür
kendisi. Geriye onun için ağlayan insanları bırakır. Aslında Syd Barret bir efsanedir.

Şarkının Sözleri ve Çevirisi

So, so you think you can tell Heaven from Hell, blue
skies from pain
(Cehennemden cenneti, acılar içinden mavi gökyüzünü anlatabileceğini
mi  düşünüyorsun?)
Can you tell a green field from a cold steel rail?
(Soğuk çelik raylardan yeşil çayırları anlatabilir
misin?)
A smile from a veil?
(Bir maskeden gülümsemeyi?)
Do you think you can tell?
(Anlatabileceğini düşünüyor musun?)
And did they get you to trade your heroes for ghosts?
(Ve sana kahramanlarınla hayaletleri takas ettirdiler
mi?)
Hot ashes for trees?
(Ağaçlarla sıcak külleri?)
Hot air for a cool breeze?
(Sıcak hava ile soğuk bir esintiyi?)
Cold comfort for change?
(Bozuk para olarak soğuk komfor verdiler mi?)
And did you exchange a walk on part in the war for a lead
role in a cage
(Ve kafesteki başrol için savaştaki sıradan rolü değiştin
mi?)
How I wish, how I wish you were here.
(Burada olmanı ne çok isterdim)
We're just two lost souls swimming in a fish bowl, year
after year
(Biz sadece balık kabında yüzen iki kayıp ruhuz, yıllar
boyunca)
Running over the same old ground
(Hep aynı yüzeyde koşan)
What have you found? The same old fears
(Ne buldun? Aynı eski korkuları mı?)
Wish you were here
(Keşke burda olsaydın)

18. Eric Clapton - Tears In Heaven

1991 yılında annesinin 53. kattaki dairesinin camından düşüp hayatını kaybeden 4 yaşındaki oğlu Connor için Eric Clapton’un yazdığı mükemmel şarkı.


Şarkı Sözleri ve Çevirisi
Would you know my name if i saw you in heaven?
(Cennette görsem seni, beni tanır mıydın?)
Would it be the same if i saw you in heaven?
(Cennette görsem seni, herşey aynı olur muydu?)
I must be strong and carry on
(Güçlü olmalı ve devam etmeliyim)
'cause i know i don't belong here in heaven
(Çünkü biliyorum ben buraya, cennete ait değilim)
Would you hold my hand if i saw you in heaven?
(Cennette görsem seni, elimden tutar mıydın?)
Would you help me stand if i saw you in heaven?
(Cennette görsem seni, ayakta kalmama yardım eder
miydin?)
I'll find my way through night and day
(Günler, geceler sonunda yolumu bulacağım)
'cause i know i just can't stay here in heaven
(Çünkü biliyorum burada, cennete kalamam)
Time can bring you down, time can bend your knees
(Zaman seni aşağı çekip, dizlerini bükebilir)
Time can break your heart, have you begging please,
begging please
(Kalbini kırabilir, sen lütfen, lütfen diye yalvarırsın)
Beyond the door there's peace i'm sure
(Kapının ardında barış var, buna eminim)
And i know there'll be no more tears in heaven
(Ve biliyorum orada, cennette daha fazla gözyaşı
olmayacak)

19. Pearl Jam - Jeremy

Eddie Vedder gazetede gördüğü bir ilandan etkilenerek yazmış, Lise öğrencisi Jeremy İngilizce derslerinden birine geç kaldıktan sonra, hocası git geç kağıdı getir demiş. Çıkmış, elinde silahla geri dönüp sınıfın önünde intihar etmiş...

Şarkı Sözleri ve Çevirisi

At home
(Evde)
Drawing pictures
(Resimlerini yapıyor)
Of mountain tops with him on top
(Dağ doruklarının tepesinde kendisinin olduğu)
Lemin yellow sun
(Limon sarısı güneş)
Arms raised in a V
(V şeklinde açılmış kolları)
And the dead lay in pools of maroon below
(Ölü gibi yatmış alçaktaki ıssız yamaçlarda)
Daddy didn't give attention oh, to the fact that mommy
didn't care
(Baba önem vermedi annenin çocuğuna ilgisiz olması
gerçeğine)
King Jeremy the wicked
(Yaramaz kral Jeremy)
Oh, ruled his world
(Kendi dünyasına hükmetti)
Jeremy spoke in class today
(Jeremy bugün sınıfta konuştu)
Clearly I remember pickin' on the boy
(Çok net hatırlıyorum, çocuğa sataşmamızı)
Seemed a harmless little fuck
(Zararsız küçük bi bok gibi duruyordu)
Ooh, but we unleashed a lion
(Fakat biz bir aslanı uyandırdık)
Gnashed his teeth and bit the recess lady's breast
(Dişlerini gıcırdattı ve gidip bir kadının göğsünü
parçaladı)
How can I forget?
(Nasıl unutabilirim ki)
And he hit me with a surprise left
(Bana şok bir sol çekti)
My jaw left hurtin'
(Sol çenem hala acıyor)
Ooh, dropped wide open
(Ama tıpkı duyduğum o gün gibi)
Oh, like the day I heard
(Tıpkı duyduğum o gün gibi)
Daddy didn't give affection, no
(Baba şevkat vermedi)
And the boy was something that mommy wouldn't wear
(Ve çocuk annenin dayanabileceği bir şey değildi)
King Jeremy the wicked...oh, ruled his world
(Yaramaz kral Jeremy...kendi dünyasına hükmetti)
Jeremy spoke in class toda
(Jeremy bugün sınıfta konuştu)
Try to forget this
(Unutmaya çalış bunu)
Try to erase this from the blackboard
(Silmeye çalış bunu karatahtadan)

20. Pink Floyd - Anısına

Yeni ve son Pink Floyd albümü The Endless River’dan “Anısına” şarkısı. BBC’de yayına katılan David Gilmour şarkının Türkçe’de ‘hatırasına’ anlamını taşıdığını söylemiş. Yaptığı açıklamada saksafon ve klarneti İsrailli sanatçı Gilad Atzmon çalışıyla şarkının daha orta doğu havasına büründüğünü söyleyen Gilmour “Bu yüzden Türkçede ağıtlara baktım ve bir sebepten Anısına ismine denk geldim” demiş. Grup albümün Rick Wright anısına yapıldığını yaptıkları açıklamalarla belirtmişlerdi. Bunun üzerine Tezer Özlü nickli arkadaşımız Twitter’de Polly Samson’a şarkının ‘anısına’ anlamında olup olmadığı sorusuna karşı Polly Twitter’den ‘Evet’ diyerek cevap verdi. Wright anısına yapılan bir albümde onun “anısına” bir şarkı olması da güzel bir hikaye oluşturmuş.

Popüler Yayınlar